MODERN BİLİM VE KUR'AN
(Zariyat/47)
وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ
"Göğü kendi kudretimizle biz bina ettik ve biz elbette genişleticiyiz."
(Zariyat/48)
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Yeryüzünü de dayayıp döşedik. Onu ne güzel beşik yaptık.
(Zariyat /49)
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Düşünüp öğüt alasınız diye, her şeyi çift yarattık.
NOT : Bu ayet, gökyüzünün sanıldığı gibi durağan bir yapıya sahip olmadığını ve sürekli genişlediğini anlatmaktadır. Yapılan incelemelerle uzaydaki galaksilerin hem bizden hem de birbirlerinden sürekli uzaklaşmakta olduğu görülmüştür. Bu da gösteriyor ki evren sürekli bir genişleme içindedir. Bu âyeti Enbiya 21/30 âyetiyle birlikte değerlendirdiğimiz zaman “evrenin genişlemesi” ile ilgili modern bilimin teorilerinin doğruluğunu daha kolay kavrayabiliriz.
Kur'an-ı Kerim'de “gök” bütün uzayı ifade eder. Sırf modern bilime uydurmak için âyetleri zorlamak ne kadar abes ise, modern bilimin verileriyle uyuşuyor, “o zamanın insanları bilmezdi, ne yapıp yapıp o zamanın insanlarının malumatına indirgeyelim” endişesiyle görünen anlamdan kaçınmak da o kadar abestir. Kur’an’ın “aydınlık” aklı, cahiliyyenin “karanlık” aklıyla eşitlenemez. Bu bakış, Kur’an’ı nüzul ortamına mahkûm etmektir. Bu tarihselci bir bakış açısıdır. Kur’an, cahiliyye Arabının kültür ufkuna mahkûm edilemez. Vahyin nüzul ortamındaki verili durum mutlaklaştırılamaz. Kaldı ki, bu kozmolojik hakikatin, birçok paralel kozmolojilerin bir arada yaşadığı o günün dünyasında bilinmediği de bir varsayımdan, daha doğrusu “ilerlemeci” batının kibirli iddialarından biridir. Bu iddiayı Kur’an yorumunun olmazsa olmazı ilan etmek de, en az ‘bilimsel tefsir’ anlayışı kadar zaaflı ve önyargıya dayalıdır. Gelelim âyete: Bu âyet, Modern kozmolojinin ‘genişleyen evren’ modelini teyit eden bir âyettir. Üstelik âyetin bu anlama geldiği de yeni keşfedilmiş değildir. Tabiinden İbn Zeyd, müfessirlerden Râzî ve İbn Kesir âyeti böyle anlamışlardır . Bu genişlemenin bir noktada büzüşme ve dürülmeye döneceği ile ilgili ayetler de vardır. Milyarlarca yıl önce evreni "Ol" sözüyle bir anda yaratan Tanrı (21:30), evreni zaman ve mekan boyutları içinde sürekli genişletiyor. Bak 4:82.
48. ayete gelince ayet “Daha da güzelini döşeriz” şeklinde de anlaşılmalıdır. Şimdi veya gelecekte daha güzel dünyalar var etme îmâsı olarak da okunabilir. Yani, Âlemlerin Rabbi olan Allah âlemler var etmeyi sürdürecek ve onun yaratıcılığı sonsuzca sürecektir.
49.ayete gelince ayette geçen Zevceyn: 1) Zıtlara, 2) çiftlere-eşlere, 3) çeşitliliğe delâlet eder. yani “Allah dışındaki her şey”. “O’nun gibisinin benzeri olamaz” (42:11). Her şey çift yaratılmışsa, buna hayat da dahildir: Dünya hayatı-âhiret hayatı. Şu halde, âhireti inkâr edenlerin derdi ne? Tıpkı dış dünyamız gibi iç dünyamız da çift-zıt kutupluluğa tabidir. Âfâk (dış dünyamızın uçsuz bucaksız ufukları) ve enfus (iç dünyamızın karanlık dehlizleri) karşıtlığı da buna dahildir (41:53). İnsan tasavvuruna daha baştan bu çift-zıt kutupluluk yerleştirilmiştir. Eşya idrak alanımıza bu sayede girer ve mahiyeti bu sayede kavranır. İlâhî varlık bu kuralın dışında olduğu için, hiçbir zihin onu mahiyet olarak kavrayamaz. Allah çift-zıt kutuplardan oluşmuş bütün bir mahlukatın ötesinde tek aşkın hakikattir. Zâtının yaratılmış şuurlu varlıklar tarafından idrak edilemeyişinin sebeplerinden biri de budur.
(Nur/35)
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ
''Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûru, içinde kandil bulunan bir oyuğa/lambaya benzer. Kandil, bir cam içerisindedir. Cam, sanki inciden bir yıldızdır. Ne doğuya ne batıya ait olan mübarek bir zeytin ağacının yağından yakılır. Öyle ki, ateş değmese de neredeyse yağı ışık verir. O, nûr üstüne nûrdur. Allah dileyen kimseyi nûruna iletir. Allah, insanlara örnekler verir. Allah, her şeyi bilir..''
NOT : Nûr, kaynağı görünmeyen fakat hedefini görünür kılan çok özel ışık demektir. Allah’ın varlığın ışığı olması, âlemi yokluktan varlığa çıkaranın O olduğuna delâlet eder. “Allah nûrdur” denilirse, âyetteki temsil ve teşbih yok sayılıp mâna hakikate taşınmış olur ki, bu doğru olmaz. Zira bu cümlenin teşbih olduğu hemen arkadan gelen mesel (sembol) ve kâf teşbih edatından anlaşılmaktadır. Bu ibâre Allahu câ‘ilu nûri’s-semâvât.. (Allah göklerin ve yerin nurunu var edendir) şeklinde anlaşılabilir. Bu sembolizmi çok yüksek âyetin nüzul ortamındaki nesnel karşılığı, Peygamber mescidine yeni hediye edilen bir kandildir. Önceleri mescitte kandil bulunmamakta, ihtiyaç halinde ateş yakılmaktadır. Temim ed-Dârî, Şam’dan dönüşte hediye olarak bir kandil getirir. İşte âyetteki teşbihin nüzul ortamındaki nesnel karşılığı o kandildir. Hem meselu nûrihî ibâresi hem de teşbih kâfı ile ibârenin sembolik mahiyetine çifte vurgu yapılması, başta nûr olmak üzere Allah için hiçbir sıfatın hakiki mânasıyla kullanılamayacağına delâlet eder. Mesel, adı üstünde temsildir, teşbihtir, benzetmedir. Hiçbir beşeri tanıma sığmayan Allah’ın hidayete yatkın kullarına bahşettiği gönül aydınlığıdır nur. Nûr vahyin sıfatıdır: Tevrat (5:44), İncil (5:46) ve Kur’an için kullanılır (7:157 ve 4:174). Vahyin kaynağı görünmez, fakat insana öyle bir basiret kazandırır ki, insan o basiretle hayatın ve eşyanın mahiyetini görür. “odaların duvarlarında kandilin konulduğu oyuk”. tabir caizse “ışığın yolu”dur. Sahabeden Ubey b. Ka‘b bunu “akıl” olarak yorumlar. Zira vahyin ışığı akıl yoluyla hayata taşınır. Veya: “uydu”. Kur’an’da güneşin ışığının dıya’ ayın ışığının nûr olarak geçtiğini hatırlamanın tam zamanı (10:5). Ve şu âyet: “Kim Rahmân’ın uyarı dolu mesajına kusurlu bir gözle bakarsa, ona bir tür şeytanı musallat ederiz de, kendisi onun uydusu haline gelir” (43:36). Zımnen: “.. hiçbir dünyevî mekâna ait olmayan”. Hakikat ne doğunun ne batının imtiyazı olmadığı gibi, sapma da ne doğuya ne batıya hasredilebilir. Yani: Hakikatin kaynağı zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah’tır.
Bu örnek, Kuran'ın önemli özelliklerini anlatır. Kuran, Tanrı'nın ışığını ileten bir lamba gibidir. Kuran, şifreli bir matematiksel sistemle mükemmel biçimde korunmasına rağmen saydam bir dile sahiptir (cam kap). Tanrı'nın bilgisini yansıtır (incimsi gezegen). Mesajı evrensel olup belli bir ırk veya coğrafya ile sınırlı değildir (ne doğuya ne batıya bağıntılı olmayan yakıt). Mesajı, gayret göstermeksizin bile inananları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir özelliktedir (neredeyse ateş değmeden aydınlatır). Buna rağmen, anlam içinde anlama, mesaj içinde mesaja sahiptir (ışık üzerine ışık). Onu anlamak Tanrı'nın bir lutfudur ve onu öğreten O'dur (Tanrı dileyeni/dilediğini ışığına ulaştırır).sözün özü Gökleri ve yeri aydınlatandır. İnsanları karanlıktan aydınlığa çıkaran vahiydir.
(Enbiya/30)
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ
İnkâr edenler, göklerin ve yerin birbirine yapışık olduğunu, bizim onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Buna rağmen inanmayacaklar mı?
NOT : Evrenin 15-20 milyar yıl kadar önce büyük bir patlama sonucu oluştuğunu ileri süren "Bing Bang" teorisi, Kuran tarafından ondört yüzyıl önceden bildirilmektedir. Bu teori, artık teori olmayıp kozmik bir gerçektir. 51:47 ayeti de evrenin genişlemekte olduğunu bildirir. Biyolojik hayat için suyun vazgeçilmez bir koşul olduğu da bilinen bir gerçektir. Bak 4:82
1 (رَتْقٌ) demek; ikisi de deliksiz idi, (yani yukarıdan yağmur yağmıyor, yerde ot bitmiyordu). Yeryüzü dağsız-deresiz Sema da güneşsiz, yıldızsız ve aysız olarak yekpare idi. Veyahut Yeryüzü, gökyüzü cisimleriyle bitişik hepsi bir bütün idi. Yani O cisimler yoktu ve hepsi tek bir madde idi. Yahut da bunların hiçbiri yok idi, anlamlarına gelebilir.
2 Âyetin bu bölümü, “Göklerle yer deliksiz (yani yukarıdan yağmur yağmıyor, yerden ot bitmiyor) iken bizim o ikisini (yağmur ve otlarla) deldiğimizi,” diye de tercüme edilebilir.
3 Bu âyetten canlı olan her şeyde suyun bulunduğu veya suya ihtiyacı olduğu anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili spekülatif bir takım bilimsel izahlar yapılmakta ise de; âyetteki ifâde çok açıktır ve hikmetçilik mantığıyla yapılacak izahlara hiç de muhtaç değildir. Ayrıca İlk insan olan Âdem (a.s) da suya toprak karıştırılarak yani çamurdan yaratılmıştır. “Bu sudan bir insan yaratıp, ona soy sop veren, O (Allah)’tır.” Bk. (Furkan: 54) Bazıları burada sudan maksadın “nufte” olduğunu söylemişlerse de bu durumda dünyada sadece insan ve hayvanların varlığı anlaşılır. Hâlbuki buradaki suyun bilinen su olduğu (الْمَٓاءُ) kelimesinin belirli olduğundan da anlaşılmaktadır. İşte bu durumda ayet, hayvanlardan başka bitkilerin dahi sudan yaratıldığına şamil olur. Astrofizikçilerin henüz elde edebildikleri bazı bilgiler şaşırtıcı bir biçimde bundan on dört asır önce Kur’an tarafından ibretlik bir şekilde ortaya konmuştur. Kur’an, evrenin başlangıçta tek bir elementten, yani hidrojenden meydana gelen bir gaz kütlesi olduğunu ve bu kütlenin sonradan merkezi çekim yüzünden büzüşüp muhtelif noktalarda yoğunlaştığını ve böylece zaman içinde galaksi ve güneş sistemlerine ve bunlardan da giderek yıldızlara, gezegenlere ve onların uydularına dönüştüğünü ortaya koymaktadır.
25.03.2025